19 Kasım 2010 Cuma

Vermeyince Mabud, Neylesin Sultan Mahmut :))

Sultan Mahmut tebdil-i kıyafet dolaşırmış zaman zaman. Yine böyle gezerken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.

“Tıkandı Baba, çay getir!..”
“Tıkandı Baba, kahve getir!..”
Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş.
- Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı Baba meselesi?
- Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı Baba.
- Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi Sultan.

Tıkandı Baba da peki deyip başlamış anlatmaya; Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, herbirinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarinki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve olugu açmaya çalıştım. Ben ugraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden “Onlarinki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Ugraşma artık”, dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı Baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.

Tıkandı Baba’nin anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına: “Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” demiş.

Sultan Mahmut’un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis. “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şıyle agız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bagırmaya.
-Taze baklava, güzel baklava!

Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken agzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: “Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş. Tıkandı Baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı Baba’ya her akşam baklavalar gelmiş ve adam da her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut: “Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım” deyip Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan:
- Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi? Demiş.
- Geldi sultanım!
- Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
- Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.

Sultan şöyle bir tebessüm etmiş. “Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benimle gel” deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş. “Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda, düştü düşecek. Sultan demiş; “Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çagırmış. “Alın bu adamı Üküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş. Padişahın adamları “peki” deyip adamı alıp Üsküdar’a götürmüşler. “Baba hele suradan bir taş beğen bakalım” demişler. Baba, “niçin?” demiş. Askerler: “Hele sen bir beğen bakalım” demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline. “Ne olacak şimdi” demiş. “Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demiş. Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişah’a haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:

“VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT!”

Renklerin Ustası

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış… Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş…Ve onu “Renklerin Ustası”anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş…

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş…

Ranga Guru ise;
- Sen artık ressam sayılırsın Racaçi… Artık senin resmini halk değerlendirecek diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. 
Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor…

Çok üzülmüş tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki… Alıp resmi götürmüş Ranga Guru’ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru’ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru…

Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte… Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış… Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış..

Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış…
Ranga Guru ise;
Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün…

Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.. Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin…
Yapıcı olmak eğitim gerektirir… 
Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi…
Sevgili Raciçi Mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın…
Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın…
Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur…
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma!

15 Kasım 2010 Pazartesi

Hayyam'dan

Akılla bir konuşmam oldu dün gece, sana soracaklarım var dedim, sen ki her bilginin temelisin, bana yol göstermelisin. Yaşamaktan bezdim, ne yapsam ?..Bir kaç yıl daha katlan dedi..Nedir dedim bu yaşamak..? Bir düş dedi ; Bir kaç görüntü. Evi barkı olmak nedir dedim ?..Biraz keyfetmek için, yıllar yılı dert çekmek de...di..Bu zorbalar ne biçim adamlar dedim..? Kurt, köpek, çakal, makal, dedi. Ne dersin bu adamlara dedim ?..Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi..Benim bu deli gönlüm dedim, ne zaman akıllanacak..? Biraz daha kulağı burkulunca dedi.Aklıma sordum, nedir benden istediğin dedim...? ''AŞK'' dedi.. Öyleyse yüreğimi ele geçirmelisin dedim... O beni barındırmaz ki içinde dedi.Hayyam' ın bu sözlerine ne dersin dedim ?..Dizmiş alt alta sözleri ; Hoşbeş etmiş derim dedi.



 

Cümle Mühendisleri

Bir defa kalp kırmak ; Kâbe' yi alt üst etmekten daha kötüdür !..Zira kâbe' yi Hz.İbrahim inşa etmiş, gönlü ; Allah yaratmıştır

//Mevlana

 

Sakın sana kötüsün diyenlere aldırma !..Bana da gerizekalısın diyenler oldu..! Ve ben atomu parçalayıp ellerine verdim..

 //Albert Einstein 

 

İnsan fırsatların gelmesini bekler, fırsatlar da insanın gelmesini !..Fırsatlar bekler, insanlar bekler ; Kazanan hep mazeret olur

 //Paulo Coelho,

 

Nefes al. Şimdi öksür..Ayrılık rüzgarında yüreğin açık uyumuşsun !..Hüzünden kangren başlamış yüzünde..! Aşkında kırk derece !..Hastayı ameliyata hazırlayın ; Kalbini alıyoruz...!

 //Özdemir Asaf

 

Çok sevdiğin ama geri döndüremeyeceğin kişilerin en kötü yanı ; Onları her hatırladığında, seni tekrar tekrar terk etmeleridir.

 //Lev Nikolayeviç Tolstoy 


13 Kasım 2010 Cumartesi

...

 
Beni, kendisiyle kökten bir hesaplaşmaya giren şu gariban, sokaktan gelme adamı, meşhur etmek, popül...er kılmak için uğraşan tekmil zevata şunu söylemek istiyorum.

Ben davayı satmıyorum.
Sadece “dava o değildi galiba” demeye çalışıyorum.
Zokayı yutmamak için de “zincirlerimden başka kaybedecek hiçbir şeyim yok ey Muhammed (s.a.v).
Bana mutmain bir kalp için gerekeni söyle” diyerek yalvarıyorum.

Adım İsmail Kılıçarslan; ama ismimin baş harfleri vallaha da billaha da “acz” tutuyor.

İsmail Kılıçarslan



 

8 Kasım 2010 Pazartesi

..

Birgün adımızı soracaklara bi avuç toprak götüren olacak...

Önemli olan o toprak oluşa doğru yoldan ve doğru bir yolculukla ulaşmak.
Hani böyle perdeyi aralayıp ya da kafayı kaldırıp yarına bakmak kadar karamsar ya tüm olanlar.


Neyse...


...Biliyorum,bize ümit yakışır..

Enaniyet

Kıyâmet günü Allahü teâlâ üç kimse ile konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları tezkiye etmez (temizlemez) ve onlara çok acıklı bir azâb verir. Bu üç kişiden biri de yoksul veya fakir olup da, enâniyet sâhibi olan kimsedir. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)


Ben yaptım, ben gördüm, ben söyledim diyen kimse, bununla enâniyetine işâret etmiştir. Akıllı kimse ben yaptım, ben gördüm, ben söyledim nasıl diyebilir. Beşeri sistemlerin bütünü başarılarını insana mal eder."İnsan yaptı,insan icad etti."Diyerek insanı ön planda tutarlar.Şuurlu müslümanlarda bilirlerki kendi hayatlarına bile hakim değiller.Mesela çok büyük hastaneler yaptılar.Labaratuvarlar kurdular,tıpta çok ileri gittiler fakat " her canlı ölümü tadacaktır." ayetinin dışına çıkamadılar.
 
İnsanın kendisi bir alettir.Allah o aletle kendisini tanıttırıyor.Göz vermiş görüyor,etten kulak yaratmış işitiyor,etten beyin yaratmış problem çözüyor.İnsan anlamalıki bu işleri et yapamaz.Çünkü kasaptada et çok böyle düşünürse sebepleri aşar,sebepleri yaratana bakar..

teselli

Günah, sadece Müslüman’a yakışır. Yakışırsa.
Modernleşmenin sol ve sağ kolunu temsil edenler, günahı Müslüman’a yakıştıramazlar.Günah bir Müslüman’ı mahzunlaştırıp güzelleştirirken, onları iyice çirkinleştirir. Oysa günah bize boynumuzu büktürürken, başımızı eğdirten, yanaklarımızı ıslatan ve bizim bahçeye davet edilmemizi sağlayan bir fırsattır.Başımızı ellerimizin arasına almamızı sağlayandır. Düşünceler ile tanıştırandır. Bizi hüzünlendiren, hüzünden bir zırhla bizi boş işlerden koruyan bir vesiledir günah.

Sevap fırsatlarını kaçıran biri için son fırsattır. Günahın acısıyla uyanma fırsatı, insana bahşedilmiştir.

Ama onlar kendilerini melek ya da şeytan gibi hissederlerken, bu ikisi arasında gidip gelirlerken, insanlık makamından çok uzaktadırlar.

İbrahim Paşalı


inandigimmasallar.com

5 kasım


Bu maskenin altında bir yüz var, ancak benim değil.
Ne altındaki kaslardan daha ‘ben’dir o yüz…
Ne de altındaki kemiklerden.
Bu maskenin altında etten daha fazlası var.
Bu maskenin altında bir fikir var!
Ve fikirler kurşun geçirmez.

4 Kasım 2010 Perşembe

Sevgilinin vefası var mı?

Halepte derisi yüzülerek öldürtülen ünlu sufi Nesimi "Gerçek hadis imiş bu ki sevgilinin vefası yoh" der.Büyük söz.Çok büyük söz!..

Burada geçen "hadis" kelimesinin lügattaki anlamı "doğru,gerçek" demektir.Bu doğruluk sebebiyle Hz.Peygamber Muhammed Mustafa'nın ümmetine bir tavır biçen söz ve hareketlerine hadis denmiştir.Yani hadis kişideki insaniyeti ortaya çıkarmak,o cevheri görünür kılmak bakımından doğruluk ve hakikatin aynası kabul edilir."Hub" kelimesi edebiyat ve tasavvuf terminolojisinde "iyiliğe sahip olan güzel(sevgiliyi)" karşılar.Buna göre dizeyi günümüz diline şöyle çevirebiliriz:"Hubun (iyi ve güzel sevgilinin) vefası yoktur.İşte size en gerçek(yani dünya yaratıldığından bu yana değişmeyen her daim doğruluğu ispat edilebilen) haber."Şair burda sanki iyi ile vefalılığı birbiriyle çelişiyormuş gibi gösteriyorsada gerçek öyle değildir.Çünkü vefalı olmak iyilerin karıdır.Kaldıki vefa kelimesinin sufi yansımalarına baktığımızda şaiirin burada bir çelişkiden ziyade seven ile sevilen arasındaki bir ilişkinin gereğine vurgu yaptığını görüyoruz.Vefa,her ne kadar sözlükte "bağlılık,sadakat" demek isede sufiliğie göre "Ruhu gaflet uykusundan uyandırarak hakikatli Sevgili'ye yönlendirmek; zihni dünya dağdası ile meşgul etmemek" şeklinde tanımlanır.Çünkü ancak Ruh gafletten uyanır,akılda dünya ilgisinden ayrılırsa gönül Sevgili'ye yönelir,herşey Sevgili'ye göre düzenlenmeye hayat Sevgili merkezli yaşanmaya başlar.

Bu bakımdan Vefa,ruhun dürüstlük içinde bulunması,ezelde verilen söze sadakatle bağlı kalmak,"Ben sizin Rabb'iniz değilmiyim?" sorusuna karşı " Evet" dediğimizi hiç unutmamak demektir.Verdiği sözde durmayan insana vefalı denemeyeceğine göre Sevgili karşısında sözünü tutmayan bi aşıka hiç denemez.O halde "vefa" seven için yaratılmış bir kavramdır.Ahde vefa,misaka bağlılık elbette sevenin boynuna borçtur.Bunun mefhum-ı muhalifinden anlaşılan odur ki iyi ve güzel olan sevgilinin vefa gibi bir sorumluluğu bulunmamaktadır.Yani sevgiliden,aşıklarına iyilikte bulunmak,yardım etmek,hallerini denetlemek gibi tavırlar beklenemeyeceği gibi hatta onlara gülümsemek,yüzlerine bir kerecik olsun bakmak gibi hallerde asla beklenemez.Çünkü sevgili nazda,seven niyazda daim olmalıdır.Bunun içindirki sevgilinin ayrılık,hicran,hasret gibi cefaları aşıklar için birer vefa sayılmalıdır.Çünkü sevgili,sevenini muhatap alıp cefa ettiğine göre ona bir kimlik vermiş,onu aşıkları arasında saymış demektir.Gerisi aşıkın kendini aşk yolunda ne kadar yetiştirebileceği,ne derece kemal kesp edeceği,bu ayrılık ve elemler ile ne kadar pişebileceğiyle alakalı bir yolculukran ibarettir.Yani sevgili aşıkına hasret çektirerek gerçekte onun hamlıktan kurtulmasına,kemale ermesine zemin hazırlamaktadır.Aşık bunun farkında olmazda ayrılıktan hicrandan şikayete başlarsa hamlık galebe çalmış demektirki sufiler arasında böylelerinin aşka yeteneği yok sayılır.Çünkü sevgilinin aşıkını muhattap almasından daha büyük vefa olabilirmi? Öte yandan her sevgili aynı değildir ve sevgilinin vefadar olanı elbette tercih edilir.

Arada sıradada olsa aşkına Merhaba diyen,bir göz ucuylada olsa ona bakıvererek gnlünü şad eden bir sevgili hakikat adına vefa gösteren himmet,lütuf ve kerem sahibi yüce bir sevgili demektir.Bir sultanın,kullarına arada sırada yüzünü göstermesi gibi.O kullarki her biri sultana yakın olmak,ona karşı vefalarını göstermek için yarış halindedirler.Nitekim mutlak Sevgili olan Allah Teala,Kur'anı-ı Kerim'de "Bana verdiğiniz ahde vefa edinki size verdiğim ahde vefa edeyim(Bakara,40)" buyurur.Bu durumda aşıka düşen şey,tıpkı Fuzuli gibi düşünüp" Yar kılmazsa bana cevr ü cefadan gayrı/Ben ona eylemezem sevgi vefadan gayrı" demekten gayrı ne olabilirki?!..

Madem ki insanın Kalü-Bela'da verdiği söz aşıkı Sevgili'ye,kuluda Sultana bağlayan bir misaktır,o halde aşıklık ile kulluk aynı kategoride değerlendirilmek gerekir.Bu durumda aşıkını Sevgili'sine verdiği söz ile kulun Rabb'e verdiği söz arasında fark yoktur.İkiside ahittir ve ikisindede ahde vefa gerekir.Yalnızca vefanın yolları farklıdır.Mesela avam için vefanın adı "ibadet"tir.Aydınlar için vefadan kasıt "ubudiyet"(hakiki kulluk aşırı bağlılık) olmuştur.Havas içinse vefanın adı (Sevgili için kendinden vazgeçmek)olmuştur.Bu kelimelerin hepsi abd(kul) kelimesinden türemiştir.Bu da bize hangi derecede olursa olsun,kulluğun(Aşıklık)vefadan ibaret olduğunu anlatır.

Vefa gösterilecek Sevgili ister Mutlak güzel olan Allah,ister onun güzelliğinden zerre miktarını ödünç taşıdığı için güzelleşen beşer olsun,fark etmez ahde vefa esastır!   

İskender Pala
17 ekim 2010

Kıssadan Hisse

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
[Safahat: Yedinci Kitap]