17 Ocak 2011 Pazartesi

-

Senden başka hiçbir şeyi olmayan ben;
Senden başka her şeyi olan insanlara acırım

27 Aralık 2010 Pazartesi

-

  İster manalar dünyasına ait olsun aşk, ister mecazlar dünyasına..Gerçek aşkın sevgilisinde, surret aranmaz asla..
 Surete aşık olsaydın eğer, sevgili ölünce bırakırmıydın hiç onu?
 Sureti henüz üzerindeyken bu terk ediş niye o halde? Ey Aşık! Hele arayıp sor bakalım; kim senin gerçek sevgilin? Duyularla eğer algılansaydı sevgili, her duyunun algıladığına vurulurdun sevgili diye.
 Aşkı vefa ise eğer arttıran, nasıl olurda vefayı giderir suret?!
 Seven ile sevilen;Güneş ışığı duvara vurmuş gibi!.. Kendinde olmayan bir parıltıyı, onu sevmekle elde eden duvardır burada seven..ve güneştir sevilen..
 O halde bir çamur kerpicin güzelliğine gönül kaptırmakta neyin nesi ey temiz yaratılışlı kişi..
 Sonsuz olan güzellik dururken;bütün güzelliklerin kaynağı ve aslı dururken?!
 Aklının öngördüğüne aşık olan ey! Ve kendisini surete tapanlardan üstün gören ey!..
 Senin duygularını akıl ışığıdır kamaştıran.Hani bakırın üstündeki altın yaldızlar gibi.
 İşte o altın yaldızlardır insandaki güzellik.
 Yoksa nasıl olurda pas tutradı bakır ve nasıl olurda yaşlanırdı sevgililer?!..
                  

                                                                                                   (Mesnevi II, 703-712)

5 Aralık 2010 Pazar

Oysa hayattayız hepimiz


Hiçbir kelebek tek başına yaşamaz sevdasını
ölüm tek başına,aşk iki kişiliktir.
                                  A.Behramoğlu



"Dört kişi parkta çektirmişiz. Ben, Orhan, Oktay bir de Şinasi - Anlaşılan sonbahar - Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli - Yapraksız arkamızdaki ağaçlar - Babası ölmemiş daha Oktay'ın - Ben bıyıksızım - Orhan Süleyman Efendi'yi tanımamış - Ama ben hiç böyle mahzun olmadım - Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?- Oysa hayattayız hepimiz.."

Fotoğrafta yer alan kişiler, soldan sağa Orhan Veli, Şinasi Baray, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday'dır

19 Kasım 2010 Cuma

Vermeyince Mabud, Neylesin Sultan Mahmut :))

Sultan Mahmut tebdil-i kıyafet dolaşırmış zaman zaman. Yine böyle gezerken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.

“Tıkandı Baba, çay getir!..”
“Tıkandı Baba, kahve getir!..”
Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş.
- Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı Baba meselesi?
- Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı Baba.
- Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi Sultan.

Tıkandı Baba da peki deyip başlamış anlatmaya; Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, herbirinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarinki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve olugu açmaya çalıştım. Ben ugraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden “Onlarinki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Ugraşma artık”, dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı Baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.

Tıkandı Baba’nin anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına: “Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” demiş.

Sultan Mahmut’un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis. “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şıyle agız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bagırmaya.
-Taze baklava, güzel baklava!

Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken agzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: “Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş. Tıkandı Baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı Baba’ya her akşam baklavalar gelmiş ve adam da her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut: “Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım” deyip Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan:
- Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi? Demiş.
- Geldi sultanım!
- Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
- Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.

Sultan şöyle bir tebessüm etmiş. “Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benimle gel” deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş. “Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda, düştü düşecek. Sultan demiş; “Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çagırmış. “Alın bu adamı Üküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş. Padişahın adamları “peki” deyip adamı alıp Üsküdar’a götürmüşler. “Baba hele suradan bir taş beğen bakalım” demişler. Baba, “niçin?” demiş. Askerler: “Hele sen bir beğen bakalım” demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline. “Ne olacak şimdi” demiş. “Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demiş. Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişah’a haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:

“VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT!”

Renklerin Ustası

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış… Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş…Ve onu “Renklerin Ustası”anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş…

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş…

Ranga Guru ise;
- Sen artık ressam sayılırsın Racaçi… Artık senin resmini halk değerlendirecek diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. 
Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor…

Çok üzülmüş tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki… Alıp resmi götürmüş Ranga Guru’ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru’ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru…

Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte… Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış… Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış..

Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış…
Ranga Guru ise;
Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün…

Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.. Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin…
Yapıcı olmak eğitim gerektirir… 
Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi…
Sevgili Raciçi Mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın…
Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın…
Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur…
Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma!

15 Kasım 2010 Pazartesi

Hayyam'dan

Akılla bir konuşmam oldu dün gece, sana soracaklarım var dedim, sen ki her bilginin temelisin, bana yol göstermelisin. Yaşamaktan bezdim, ne yapsam ?..Bir kaç yıl daha katlan dedi..Nedir dedim bu yaşamak..? Bir düş dedi ; Bir kaç görüntü. Evi barkı olmak nedir dedim ?..Biraz keyfetmek için, yıllar yılı dert çekmek de...di..Bu zorbalar ne biçim adamlar dedim..? Kurt, köpek, çakal, makal, dedi. Ne dersin bu adamlara dedim ?..Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi..Benim bu deli gönlüm dedim, ne zaman akıllanacak..? Biraz daha kulağı burkulunca dedi.Aklıma sordum, nedir benden istediğin dedim...? ''AŞK'' dedi.. Öyleyse yüreğimi ele geçirmelisin dedim... O beni barındırmaz ki içinde dedi.Hayyam' ın bu sözlerine ne dersin dedim ?..Dizmiş alt alta sözleri ; Hoşbeş etmiş derim dedi.